25 Aralık 2012 Salı

You May Safely Live

Yüzyıllardır ama özellikle hayatın hızlandığı son bir kaç yüzyıldır kendimizi dinlemeden, durup dinlenmeden yaşıyoruz. Koşturuyoruz, savaşıyoruz, nefret ediyoruz, yıkıp döküyoruz. Kimimiz bunu yapamıyor onlara tutunamayanlar diyip adlarına kitap yazıyoruz, acımayla bazen de özentiyle bakıyoruz onlara. Bazen bazı insanlar çıkıyor ve öyle şeyler ortaya koyuyorlar ki içinde sevgiye dair bir parça olan, en taş kalpliye bile dokunabiliyor, incecik bir gülümseme, şu korkunç hayatımızda bir kaç dakikalık da olsa bir huzur bulabiliyoruz.


Sheep May Safely Graze de böyle bir parça. Hristiyan doktrinine göre İsa çoban, insanlar da koyun olarak kabul edilir hatta ben barok dönemde sürekli çoban hikayelerinin geçmesini bile buna bağladım(sonra sürü deyince kızıyorlar, neyse) Ancak bu cantata evrensel, çünkü içimizdeki sevgi umuduna dokunuyor. Mutlaka dinleyin.

Benim sanat anlayışımda, yani en azından ilgi alanım olan müzik ve edebiyat için, önemli olan insani ve samimi bir şey içermesidir. Estetik olarak çok başarılı olan bir metin(edebi ya da müzikal fark etmez) insani bir şey içermiyorsa, samimi gelmiyorsa çok da sarmaz ya öyle bir şey. Derin bir iz bırakmaz.

Neyse, Sevgilerimle.

21 Aralık 2012 Cuma

And my spirit is cryin' for leavin'

Led Zeppelin parçalarının muhteşem bir komposizyona sahip olduğunu hep söylemişimdir. Stairway to Heaven ise onların sembolü, Jimmy Page için bir mücevherdir(bkz: A to Zeppelin: Led Zeppelin Story).
Londra Filarmoni Orkestrası versiyonu inanılmaz olmuş. Sarı Saçlı Tanrımız Plant'in sesine tapmasan sonsuza kadar bu versiyona bağlı kalabilirim.


Gerçekten inanılmaz, büyüleyici ve hüzünlü. Müthiş karanlığına rağmen soft. Tıpkı rockn'roll gibi. Bir ara rockn'roll un benim için ifade ettiklerini ve ayrıca rockn'roll nasıl çıktı muhabbetini yazarım.

and as we wind on down the road
our shadows taller than our soul.
there walks a lady we all know
who shines white light and wants to show
how everything still turns to gold.
and if you listend very hard
the tune will come to you at last
when all are one and one is all
to be a rock and not to roll...


20 Aralık 2012 Perşembe

Kashmir Demişken





Led Zeppelin şarkılarının her zaman muhteşem bir komposizyona sahip olduğunu düşünmüşümdür. Benimle aynı fikirde olan bir sürü de insan vardır. Bu durumda çok şaşılacak bir şey yok aslında Jimmy Page ve John Paul Jones inanılmaz müzik birikimine sahip insanlar, John abi wikipedia'ya göre 24, Jimy reyiz ise 18 enstrüman çalabiliyor. Londra Filarmoni Orkestrası da Pink Floyd'dan sonra bir Symphonic Led Zeppelin albümü çıkarmış 1997'de. Bu Kashmir'in senfonik versiyonu. Kashmir'in bu kadar "oryantal" ve karanlık olduğunu fark etmemiştim. Çok belli burada özellikle o oryantallik. Kashmir'in ve aslında Led Zeppelin'in karanlık tarafını basslarında çok daha yoğun hissedebiliyorsunuz (Senfonik versiyonda basslar barok dönemin basso contino'sunu andırdı.)

Yaşamın Şiirini Çıkarmak

Suyunu çıkarmadan tabi =) 2 sene önce Şair Nurduran Duman'dan edebiyat ve diğer sanatlar dersi almıştım. İlk derste bize günlük hayatta sanatla alakalı ve güzel şeyleri fark etmemiz gerektiğini söylemiş, buna da yaşamın şiirini çıkarmak demişti. Gerçekten farkındalığımızı artıran ve sanatı disiplinlerarası okumamızı da sağlayan bir ders olmuştu. Uzun zamandır bunun değerini unutmuşum. Bu gün yeniden bu durumu yaşadım.
Malum İstanbul karlı, İstanbul buz gibi; bense hastayım. Karda, kaya düşe markete ıhlamur almaya gittim, kapının önünde de bir sigara içeyim dedim(sigara sağlığa zararlıdır!!!!) önümden arabalar geçiyor. Bir arabadan ilahi güzellikte bir gitar solo duyuldu. Led Zeppelin! Jimmy Page! Hangi şarkı olduğunu hatırlayamadım ama Jimmy Page'i nerde duysam tanırım diye artistlik yapma hakkım var. Önümden geçtiği 10 saniye boyunca bir an hava aydınlandı, kuşlar ötüştü. Şarkıyı hatırlasam paylaşırdım ama kashmir'le idare ediverin.


Bir gün elbet buraya yolu düşecek olan okur, sen böyle şeyler yaşıyor musun? Güzelliklerin farkına var.

19 Aralık 2012 Çarşamba

Loser olmanın popülerliği: Kaybedenler Kulübü



Filmi bu gece tekrar izledim. Hakkında sağlıklı yorum yapabilmek için en doğru yol buydu. Fikrimi yineliyorum: Overrated!

Radyo muhabbetleri güzel, müzikler güzel, kurgu güzel, o saçma salak aşk hikayesinin bile gideri var. Eyvallah, ama abartılmış bu film ya. Sanırım sıkıntı popülerliğinde, popüler olacağı %100 belli olan bir filmin güya azınlığa hitap etmesinde.

6 45 yayınevine gidip kaybedenler kulübüne üye olmak isteyen iki tane dallama vardı ya filmde, çoğu insan o tribe girdi. Hayatında gerçek anlamda bir şey kaybetmemiş insanlar daha iki gün önce çılgın attıkları barda karizmatik bir şekilde oturup sigara içerek kaybettiklerini düşlemeye başladılar. İnsanlık olarak böyleyiz galiba, bi gruba ait olmak - grup nasıl eziklerden oluşursa oluşsun- istiyoruz. Bi bok beceremiyoruz, iğrenç insanlarız, her gece başka biriyle olup herkese kaba davranıyoruz. A aa ne güzel bir kaybedeniz biz, bu yüzden böyleyiz, çok deriniz aslında, içimizdeki iyiliği görürseniz aşık bile olabiliriz. Her birimiz fallen angel ız

fallen angel: temsilli
Şu dalga geçtiğiniz emoların profil fotosu lan bu!

Neyse sakinleşiyorum. Kaan'ın düz dümdüz, kaprisli bir kadına aşık olmasında bir saçmalık yok mu? Aklıma takılmadı değil. Ancak düşününce normal bu da. Ne diyordunuz? Standart. Kendisinden olmayan, kendisi gibi olmayan, kazanmayı seçen ve kazandığıyla tatmin olabilen bir insana kıskançlıkla karışık bir sevgi besler kaybeden, hep kaybetmiş bir tip.
Sözün özüne gelirsek: kaybeden eheh ben kaybedenim diye gezmez genelde. Utanır hâlinden. Okur, dinler durmadan, kaybetmeyeceği bir şey arar. Neyse, bu konuda ahkam kesemem bu durumda. Ama zavallığınıza kılıf bulmak için etrafta standart diye gezmeyin hele bunu kız kaldırmak için hiç yapmayın, kalbinizi kırarım. Ya da gezin bana ne.
Gerçekten kaybeden ya da tutunamayanlara benden sevgiler. Gece uyuyamayan herkesle muhabbet etmeye hazırım. Olduğu kadar tabi
Hepinizi yanaklarınızdan öpüyorum.

not: müzikler cidden iyi bu arada.

11 Aralık 2012 Salı

Farinelli: IL Castrato


Selamlar. Bu gün size catrato'lardan bahsedeceğim. Castrato'lar ilk Roma'da ortaya çıkıyorlar. Kilise içinde kadınların şarkı söylemesi yasak olduğu için güzel ve aslında ince sesli erkek çocuklarını ergenliğe girmeden hadım ediyorlar. Bu sayede sesleri bozulmuyor, üstelik ses aralıkları mezosoprano seviyesinde kaldığı için kadınların söylemesi gereken parçaları da bunlar söylüyor. Ha tabi insanoğlu işin bokunu çok güzel çıkarıyor. Özellikle Venedik'te bu Barok müzik opera işinin iyice ticarete dönmesiyle erkek rollerini de castratolar oynuyor, çok zengin oluyor bir kısmı, dönemim rock starları resmen, kadınlar bunlara hasta diğer yandan. Neyse sonuç olarak bazı aileler çocuklarını hadım ettiriyorlar sırf para için. Neydi? ha müzik 1600lerden sonra çok bozdu, öyle böyle değil, önünü alamadık.

Farinelli de çok ünlü castratolardan birisi, bir italyan güzeli. Onun hikayesinin filme çevrilmesinin altında castrato olmasının sebebi olan korkunç trajedi de olabilir. Tabi olayın gerçek sebebinin bu olup olmadığını asla bilemeyiz ama hikâye oldukça akla uygun. Farinelli'nin filmdeki olağanüstü sesi bir soprano ve bir kontrtenor'un seslerinin teknoloji yardımıyla birleştirilmesiyle elde ediliyor.
Film 110 dakika, youtube'da bile var. Bence izleyin Farinelli'nin sesi, güzelliği, hikâye, dekorlar bayaa iyi.

Şu da sanırım filmin climax'i:



SPOILER SPOILER SPOILER
: Farinelli'nin hayat hikayesini sonunda okudum. Gerçekten en ünlü castratolardan birisiymiş hatta en ünlüsü. Filmdeki sesi onun hakkında yazılanlardan yola çıkarak yapılmış. Trompetle ses yarıştırma hikayesi gerçekmiş yani. Ve evet hadım edilmesinin sebebi abisinin arzusuymuş. Yuh!
SPOILER SPOILER SPOILER

5 Aralık 2012 Çarşamba

Çok yazmayın gençler

Aşk ne kadar popüler bir konu değil mi? Matematik bilgimin saymaya yetmeyeceği kadar şarkı, şiir, özlü söz ve facebook post u var hakkında. Bunlar arasında bir tanesi var ki hepsini almış, silmiş süpürmüş, özet geçmiş.

Ben sanırdım kitab-ı aşkı hatmeyledim
Kaddi i mevzuunu görünce elfebadan başladım

Bu beyti bana Osmanlıca özel ders hocam söylemişti. Dediğine göre Fuzulî'ye ait. Ancak Fuzulî divanını hâlâ okumadığım için kesin bilgi veremiyorum.

1 Aralık 2012 Cumartesi

Bekliyorum...


Bir zamanlar bana güç verecek bir şarkıya ihtiyaç duymuştum. Bir aşk şarkısı değildi aradığım, bir ayrılık şarkısı hiç değil... Gaz hair metal şarkıları ise hiç değil ki kendileri güç verme konusunda aşıp gitmiştir. Time for change'den Here I Go again'e kadar bir yelpazem oldu. Ancak hiçbiri şu aralar bu şarkının vurduğu kadar vurmadı.
Yazının başlığı bekliyorum olsa da kimseden bana bir şeyler göndermesini bekleyemiyorum artık. Kendi içimde bulabileceğim bu karanlıktan çıkış yolunu, tek başıma.
Bir kaç yazı önce "ben bu hayatta tutunamıyorum aga" dediğini yazmıştım bir arkadaşın bir arkadaşının. Öyle hissediyorum biraz. Kim başarmış ki tutunmayı tam olarak? Ben ve dostlarım deneyeceğiz gene de. Umarım buraya yolu düşen herkes de bir şekilde tutunur.
Dünyada müzik gibi güzel şeyler var. Axl hala şarkı söylüyor =) Güzel şeyler tükenmedikçe bir umut var değil mi?